Otomotiv
DÜNYADA TARIM SEKTÖRÜ
Başta Çin ve Hindistan olmak üzere dünyadaki nüfus artışı gıda talebini, yine bu ülkelerdeki gelir artışları da gıda çeşitliliği talebini artırmıştır. Önceki yıllarda bu ülkelerde un, pirinç, patates gibi temel besin maddeleri tüketilirken, gelir seviyesinin artmasına paralel olarak narenciye, sebze, meyve vb. ürünler tüketilir hale gelmiştir. Diğer taraftan sağlık alanında yaşanan gelişmeler, insanların daha sağlıklı bir yaşam sürme arzuları doğrultusunda farklı meyve ve sebze türlerine yönelmeleri sonucunu doğurmuştur. Diğer taraftan soya, şeker pancarı, mısır, ayçiçeği, konola ve benzeri ürünlerin bio-dizel üretiminde kullanılmaya başlanması ve her geçen yıl kullanım oranının artması da bu ürünlere olan talebi artırmaktadır. Petrol fiyatlarındaki artışlara paralel olarak 2025 yılına kadar bio-etanol ve bio-dizel üretiminin ikiye katlanacağı; bio-etanol üretiminin dünya yağlı tohumlar üretiminin yüzde 14’ünü, bitkisel yağ üretiminin yüzde 16’sını, şekerkamışı üretiminin yüzde 34’ünü kullanacağı öngörülmektedir.
Ancak, tarım ve gıda alanında yaşanan bu gelişmeler ve büyümeye rağmen bugün halen daha 1 milyar kişi açlıkla mücadele etmektedir. Dünyada gıda fiyatlarında ani artışlar görülmesi riskinin önümüzdeki yıllarda daha da artacağı öngörülüyor. Talebin artmasıyla gıda fiyatlarında değişmeler yaşanacak, fakat asıl önemli sorun, gıda stoklarının geçmiş yıllardaki gibi artmamasından kaynaklanacaktır. Fiyatların yüksek seyredecek olmasına rağmen, geçtiğimiz 20 yılda yıllık ortalama yüzde 2 oranında gerçekleşen tarımsal üretim artışının, önümüzdeki 10 yıl içinde yavaşlaması ve yıllık ortalama yüzde 1,7’ye gerilemesi bekleniyor. Sadece artan nüfus ve gıda talebine göre 2050 yılına kadar tarımsal üretimin yüzde 60 oranında artması gerekiyor.
Dolayısıyla tarımsal üretimde gerek niceliksel gerekse niteliksel olarak gidilecek daha epey yol bulunmaktadır.
TÜRKİYE’DE TARIM SEKTÖRÜ
Türkiye; gerek su kaynakları gerek tarım arazileri gerekse ekolojik elverişlilik bakımından bir çok dünya ülkesine göre avantajlı konumdadır. OECD verilerine göre dünyanın en büyük 7. tarım ülkesiyiz. 2023 yılı hedefi ise 150 milyar USD’lık hacim ile ilk 5’e girmek olarak açıklandı. Ülkemizdeki toplam tarım arazi büyüklüğü 38 milyon hektardır. Bunun %41’inde tarla bitkileri, %8’inde meyvecilik ve %2’sinde sebzecilik yapılmaktadır. Arazi toplamının %38’i çayır ve mera alanı, %11’i de nadas bırakılan alandır. Türkiye; fındık, kayısı, incir, kiraz, vişne, ayva, haşhaş tohumu üretiminde dünyada birinci sırada yer almaktadır.
Rakamsal olarak bakıldığında, son 10 yılda tarımsal istatistiklerde olumlu gelişmeler göze çarpmaktadır. Son 10 yılda, tarım sektöründe ortalama yıllık büyüme %2,5 seviyelerindedir. Bir önceki 10 yılda ise bu oran %1,4’tür. Rusya ile yaşanan siyasi kriz öncesine kadar tarım ürünleri ihracatı 5 yıllık dönemde %50 artış göstermiştir. Ürün deseninde değişiklikler olmakta, birim alandan daha fazla getiri sağlayacak meyve ve sebze ekimleri artış göstermektedir. Kiraz, muz, kivi gibi meyvelerin üretimi son 7 yılda %100’den daha fazla artmıştır. Türkiye topraklarında tarıma elverişli 25 milyon hektar tarım arazisinin yaklaşık 7 milyon hektarı sulanabilmektedir. GAP, DAP ve KOP projeleri ve sulama amaçlı baraj inşaatları ile birlikte bu miktarın kısa vadede 9 milyon hektara ulaşması hedeflenmektedir. Tarıma verilen yıllık toplam devlet desteği tutarı 12 Milyar TL seviyelerine ulaşmıştır. Bunun yanında devlet ve özel bankaların tarıma yönelik kredi hacmi 50 Milyar TL’ye yaklaşmıştır.
Ancak bu olumlu gelişmeler halen daha tarımda verimliliğin, maliyet düşüşlerinin sağlandığı ve global anlamda rekabetçi hale geldiğimiz anlamına gelmemektedir. Çözülmesi gereken çok önemli yapısal sorunlar bulunmaktadır. Tarımda yapısal dönüşüm, çalışan nüfusun eğitim düzeyi, verimlilik ve sermayenin artması ile gerçekleşeceğinden zaman alacaktır.
Tarımda çalışan nüfusun oranı her ne kadar son yıllarda düşüş göstermiş ve %22’ler seviyesine inmiş olsa da sanayileşmiş ülkelere oranla hala çok yüksek seviyededir. Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran %4 civarındadır. Tarım sektörünün GSYİH payı ortalama %8’dir. Diğer bir ifade ile çalışan nüfusun %20’si ancak %’8’lik bir katkı yaratabilmektedir.
Hollanda, nüfusu 17 milyon ve yüzölçümü bizden 20 kat daha küçük bir ülkedir. Hollanda kırsalında 1.5 milyon, ülkemiz kırsalında ise 17.7 milyon kişi yaşıyor. Bizim 5.2 milyon insanımız tarımda çalışırken, Hollanda'da bu rakam 600 bin. Hollanda'nın tarım ürünleri ihracatı yılda ortalama 70 Milyar dolar iken bizim ihracatımız 18 Milyar dolar seviyesindedir. Hollanda’nın sadece lale ihracatı neredeyse Türkiye’nin toplam tarım ürünü ihracatı kadardır.
Ülkemiz topraklarının parçalı arazi yapısı, yetersiz sermayeli küçük işletme sayısının fazlalığı ve mekanizasyon sorunları; rekabetçi, sürdürülebilir, verimli, ölçekli ve ekonomik üretim yapabilmenin önündeki en büyük engellerdir. Ülkemizde yaklaşık 3 milyon tarım işletmesi bulunmaktadır. Bu işletmelerin ortalama büyüklüğü ise 6,1 hektardır ve bu araziler yine ortalamada 7 farklı parselden oluşmaktadır. Ortalama işletme büyüklüğü İngiltere’de 52, Fransa’da 54, Almanya’da 46, ABD’de ise 181 hektardır.
Bu yapısal sorunların üzerine; iklim şartlarındaki değişimler, doğal afetler, bitkilerde görülen hastalık ve zararlı çeşidinin artması, yüksek yakıt giderleri, yaşlanmış traktör ve ekipman parkını da eklersek tarımda gelişim alanlarımızın çok fazla olduğunu söyleyebiliriz. Sonuç olarak tarımda temel sorunun verimlilik olduğu çok net bir şekilde görülmektedir. Hemen hiçbir üründe verimlilik durumumuz tarımda ileri ülkelerin seviyelerine yakın konumda değil.
TRAKTÖR PAZARI
Tarımsal mekanizasyonun merkezinde hiç şüphe yok ki traktör yer almaktadır. Traktör olmadan tarımsal faaliyetlerden söz edilemez. Gelişen teknoloji, traktör üretiminde de kendini göstermiş, bugün artık uydudan kontrol edilen traktörler arazilerde kullanılır hale gelmiştir. Ülkemizde traktör sanayi alt sektörleriyle birlikte oldukça ileri seviyelere ulaşmıştır. Yıllık satışlarda dalgalanmalar olsa da Türkiye dünyanın en büyük 10 traktör pazarından bir tanesidir. Traktör sektörü, marka bağımlılığının çok yüksek ve yerli üretim markaların hakim olduğu bir sektördür. Ülkemizde traktör, çiftçinin sadece tarımsal faaliyetlerinde kullandığı bir araç olmanın ötesinde bir sosyal statü sembolü haline de gelmiştir. Dolayısıyla donanımı yüksek, konforlu traktörler talep edilir hale gelmiştir.
Elimizdeki son verilere göre ülkemizde yaklaşık 1.7 milyon adetlik bir traktör parkı mevcuttur. Bu 1,7 milyon adet traktörün 1,2 milyon adetinin fiilen arazide kullanıldığı ifade edilmektedir. Parkın büyüklüğünün yanı sıra parkla ilgili en dikkat çekici ve belki bu pazarı da cazip kılan en önemli noktalardan bir tanesi parkı oluşturan traktörlerin yaşıdır. 20 yaşın üzerindeki traktörlerin toplam park içindeki oranı %55’tir, ki bu da 900.000 adetin üzerinde bir miktar anlamına gelmektedir. 20 yaş önemli çünkü ülkemizdeki kullanım koşullarına göre bir traktörün ekonomik ömrü 20 yıldır. Bu açıdan bakıldığında parkın %55’i ekonomik ömrünü doldurmuş durumdadır. 20 yaşından sonra bu traktörleri kullanmanın ve kullanılabilir vaziyette tutmanın maliyeti çok yüksektir. Zira kullanım ömürleri dolmuş bu traktörlerin ekonomiye yıllık maliyetinin 7 milyar TL’nin üzerinde olduğu ifade edilmektedir. Bu traktörlerin %38’inin 30 yaşın üzerinde olması durumun vahametini daha da artırmaktadır.
Çünkü bu yaşta traktörler ne denli bakımlı olsalar da verimli olarak kullanılmaları mümkün olmamaktadır. Bakım onarım maliyetleri ve işletme giderleri olağanüstü derecede artmaktadır. Ayrıca aşırı yakıt tüketimleri ve yanmadaki verimsizliklerine bağlı olarak egzoz emisyon değerleri oldukça yüksektir. Artan arıza sıklıkları nedeniyle zaman ve iş kayıplarına neden olmakta ve hepsinden önemlisi kaza yapma ve can güvenliği riskleri taşımaktadırlar. Bu verilerin bize söylediği, traktör parkında ciddi bir yenilenme ihtiyacının ve bu anlamda satış potansiyelinin olduğudur. Parkın il bazında dağılımına baktığımızda, burada 45.000 adet üzeri parka sahip olan Konya, Manisa, Balıkesir ve Bursa gibi illerimiz ön plana çıkmaktadır. Bu illerimizi, yine önemli bir park hacmine sahip olan Samsun, Adana, Ankara, Antalya, Denizli ve İzmir izlemektedir. Karadeniz bölgemizde, arazi yapısı ve yapılan tarımın özellikleri nedeniyle traktör kullanımı yok denecek kadar düşüktür. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde, iklim koşulları, arazi yapısı ve sulanabilir arazi miktarının yetersizliği nedeniyle Batı illerine oranla traktör kullanımı daha düşük seviyelerdedir.
Traktör satışlarına baktığımızda, özellikle son 5 yıllık dönemde yılda ortalama 65-70 bin adetlik bir satış hacmi görüyoruz. Bu satışların önemli bir kısmı, sübvansiyonlu Ziraat Bankası kredileri ile gerçekleşmektedir. Yıllar itibariyle değişkenlik gösterse de satışı yapılan ithal traktörlerin toplam satışlar içindeki payı %10 ile %20 arasındadır. Diğer bir ifade ile pazarda yerli üretim traktörlerin mutlak hakimiyeti söz konusudur ve bu durum çok uzun yıllardır değişmemektedir. Bunun altında yatan neden temelde güvendir. İthal traktör satın alan müşteriler uzun yıllar işe profesyonelce yaklaşmayan ithalatçı firmalardan dolayı özellikle servis ve yedek parça konularında sıkıntı çekmişlerdir. Zaten yılın belli dönemlerinde kullanılan traktörde müşterinin servis ve yedek parça konusunda gecikmeye tahammülü yoktur. Ayrıca dövizdeki dalgalanmalar da ithal traktörlerin fiyat istikrarı yakalamasını mümkün kılmamıştır. Diğer taraftan ülkemizde 1960’lı yıllardan bu yana traktör üretimi yapılmakta ve yıllar içinde bu alanda çok güçlü bir alt yapı oluşmuştur.
Ülkemizde başta hububat olmak üzere ağırlıklı olarak tarla tarımı yapıldığı için Tarla Tipi Traktör satışları ön plandadır. Son yıllarda birim alan getirisi yüksek yeni ve farklı meyve ve sebze üretimine çok yoğun olmamakla birlikte bir geçiş trendi yaşanması nedeniyle Bahçe Tipi Traktör satışları da daha önceki yıllara oranla artış göstermiştir. Yine son yıllarda meyve sebze ihracatımızda yaşanan artış da bu trendi desteklemiştir. Ancak oransal olarak Bahçe Tipi Traktör satışları halen daha %11’ler seviyesindedir.
2008 yılına kadar Türkiye’de tek çeker (2WD) traktörlerin çift çeker (4WD) traktörlere oranla daha fazla satıldığını görüyoruz. Ancak bu yıldan sonra çift çeker traktör satışlarının hızla arttığı ve toplam satışların %75’lik bir kısmını oluşturduğu bir döneme girildi. Bunda hiç şüphe yok ki en önemli neden tarımsal mekanizasyonda teknolojinin ilerlemesi, traktör arkası ekipmanların teknik açıdan gelişmesi ve bu ekipmanların takılacağı traktörlerin çift çeker olması zorunluluğudur. Ayrıca tarla koşullarında çift çeker traktörlerin performansı tek çeker traktörlere kıyasla çok daha yüksektir. Tek çeker traktörler genellikle küçük arazilerde, nakliye işlerinde, sıraya ekilen pancar, marul vb. bitkilerin tarımında, örtü altı tarımında ve hayvancılık işletmelerinde yem, balya taşıma vb. amaçlı kullanılmaktadır.
Ülkemizde satılan traktörlerin güç ortalaması 70 HP’dir. Bu ortalama gerek arazilerin çok yeterli düzeyde olmasa da büyümesi gerekse traktörle birlikte kullanılan ekipmanların büyümesi ve gelişmesi nedeniyle giderek yükselme eğilimindedir. Bölgesel olarak bakıldığında arazi büyüklükleri nedeniyle Trakya Bölgesi en yüksek güçte traktörlerin kullanıldığı bölgedir.